Nasrettin Hoca Kısa Fıkraları: Komik ve Düşündürücü Sözleri
Nasrettin Hoca, Türk mizahının en önemli isimlerinden biridir. Yüzyıllardır dilden dile aktarılan fıkralarıyla hem güldüren hem de düşündüren Hoca, toplumsal eleştiriyi mizahla harmanlayarak adeta bir bilge gibi topluma dersler vermiştir. Bu yazıda, Nasrettin Hoca’nın fıkralarını ve onun en bilgece sözlerini bir araya getirdik. Keyifle okuyabileceğiniz bu fıkralar, Nasrettin Hoca’nın zeki ve hazırcevap karakterini yansıtırken, sözleri ise derin bir anlam taşıyor. Hazırsanız, Hoca’nın komik ve düşündürücü dünyasına adım atalım!

Nasrettin Hoca (1208 – 1284)
Nasrettin Hoca Fıkraları
Allah’ın Rahmetinden Kaçılmaz
Günün birinde bardaktan boşanırcasına yağmur yağmaktadır. Elbette yağmur yağdığı vakit ya koşulur ya da bir yerlere sığınılır. Nasreddin Hoca da yağmurun yağışını ve sokakların yalnızlığını pencereden seyrederken bir de bakar ki yağmurdan kaçan bir adam… Hoca biraz dikkatli baktığında bunun bir komşusu olduğunu anlar ve pencereyi açarak; “Komşu, komşu, utanmıyor musun, niçin Allah’ın rahmetinden kaçıyorsun?” deyince adam koşmayı bırakır ve yavaş yavaş evine doğru gider. Bu arada adamın da ıslanmadık yeri kalmaz.
Ertesi gün hava yine yağmurludur. Bu defa Hoca Efendi alışveriş için sokağa çıkmıştır. O, işini bitirip de hızlı adımlarla evine doğru giderken bir gün önceki komşusunun evinin önünden geçer. Bu sefer komşusu; “Hoca Efendi, Hoca Efendi, sen dün bana ‘Allah’ın rahmetinden kaçılmaz.’ demiştin; bak şimdi kendin kaçıyorsun.” deyince, Hoca komşusuna doğru döner ve “Be adam! Ben Allah’ın rahmetinden kaçmıyorum, Allah’ın rahmetini çiğnememek için koşuyorum.” der.
Başını Pencerede Unutmasın
Hemşerileri bazen candan, bazen de sahte olarak Hoca’ya saygı gösterirler. Günün birinde sahte saygı gösterenlerden biri Hoca’yı evine davet eder. Hoca da konumu gereği davete gider. Gider gitmesine de eve yaklaşınca ev sahibinin başını pencereden içeriye doğru çektiğini görür. Hiçbir şey olmamış gibi evin kapısına çalan Hoca; “Komşu, komşu ben geldim.” deyince, kapının arkasından değiştirilmiş bir ses duyulur: “Ah Hocam, ah! Evin sahibi buradaydı, az önce gitti, bensizin geldiğinizi söylerim, mutlaka çok üzülecektir.” Hoca bu söz karşısında iyice sinirlenir ve “Ev sahibine söyleyin, bir daha bir yere giderken başını pencerede unutmasın.” der.
Altın Olsa Ne, Taş Olsa Ne
Bir yolculuk sırasında Nasreddin Hoca’nın yolu bir ile düşer. Hoca orada bazı garipliklerle karşılaşır. Bunlardan biri de bazı evlerin üzerine bayrak dikilmesidir. Hoca sözü bir punduna getirerek sorar: “Yahu, bazı evlerin üzerinde bayrak asılı, bunun sebebi nedir?” deyince hep bir ağızdan; “Hocam, o bayrak asılı evlerde küp dolusu altın vardır.” derler. Bayrak dikmenin sebebini öğrenen Nasreddin Hoca, günün birinde çarşıdan kocaman bir küp alarak kalmakta olduğu eve gelir. Sonra da küpün içerisini çakıl taşlarıyla doldurur. Yine âdetmiş, evinde altın olanlar, küplere karşı sohbet ederlermiş. Sıra Nasreddin Hoca’ya gelince bakmışlar ki küpün içerisinde altın yerine çakıl taşları dolu… Misafirlerden birisi; “Hoca Efendi, bu nasıl iş, senin küpünde altın yerine çakıl taşları dolu.” deyince Hoca; “Yahu komşular neye üzülüyorsunuz, küpte yattıktan sonra altın olsa ne, taş olsa ne? Fark eden ne ki?” der.
Ben de Birisini Tıraş Ediyorlar Sanmıştım
Nasreddin Hoca tıraş olmak için berber koltuğuna oturduğunda ustanın olmadığını anlar, fakat iş işten de geçmiştir. Çünkü berber çırağı çoktan Hoca’yı tıraş etmeye başlamıştır bile. Berber çırağının hareketleri, aletleri kullanmadaki beceriksizliği artınca Hoca’nın da keyfi kaçar. Tam bu sırada komşu dükkândan garip garip sesler gelmez mi? Sanki orda bir öküz böğürüyor. Hoca, berberi biraz oyalamak için; “Bu ses nedir?” deyince berber çırağı; “Önemli bir şey değil, komşumuz nalbanttır; herhâlde öküze nal çakıyor.” der. Bu sözleri işiten Hoca rahatlar; “Oh, çok şükür, ben de birisini tıraş ediyorlar sanmıştım.” der.
Ben Senin Delikanlılığını da Bilirim
Günlerden bir gün Nasreddin Hoca, alışveriş yapmak için şehre gidecektir. Ahırdan eşeğini çıkarır, evin önüne getirir. Şehirden siparişi olan komşular Hoca’nın başına toplanırlar. Hoca, eşeğine binmeye çalışır, fakat her çaba boşunadır. Bir kez daha denemek ister “Ha gayret” deyip bir daha eşeğin üstüne sıçrar ama bu kez de eşeğin üzerinden öbür tarafına düşüverir. Komşuları Hoca’nın gayretlerinin bu şekilde bitmesine bir taraftan üzülürler, bir taraftan da ellerinde olmadan gülmeye başlarlar. Bu durum karşısında canı iyice sıkılan Hoca komşularına dönerek; “Yahu komşular, benim delikanlılığımı görmediniz. Ben, bir sıçrayışta değil eşeğe binmek damın üzerine bile atlardım.” der. Hoca, böyle der demesine de bir yandan da kendi kendine; “Hey gidi Hoca, ben senin delikanlılığını da bilirim.” deyiverir.
Ben Zaten İnecektim
Günün birinde Hoca Efendi pazara gitmek için eşeğine biner ve yola koyulur. Bir süre gittikten sonra eşek huysuzlanır ve ardından hoplayıp zıplamaya başlar. Derken Nasreddin Hoca da eşekten düşüverir. Düşer düşmesine de çevresine toplanan çocuklar toplu hâlde bağırmaya başlarlar: “Nasreddin Hoca eşekten düştü, Nasreddin Hoca eşekten düştü.” Hoca, şöyle bir sağına soluna baktıktan sonra büyüklerden kimselerin olmadığını görünce eşe dosta rezil olmamak için; “Çocuklar, eşekten düşmedim, ben zaten eşekten inecektim.” deyiverir.
Borç Para İsteme
Nasreddin Hoca bir gün yolda giderken arkadaşlarından biri yanına yaklaşır ve Hoca’ya; “Hocam, senden bir isteğim var. . .” diye söze başlar. Hoca, arkadaşının niyetini hemen anlar; kendi kendine, “Mutlaka yine para isteyecektir.” diye düşünür ve ona; “Benim de senden bir arzum var, gel ilk önce sen onu yerine getir, sonra ben seninkini dinleyeyim.” der. Arkadaşı; “Peki Hocam, nedir benden isteğin?” deyince Hoca; “Ne olursun, benden borç para isteme de ne istersen iste.” deyiverir.
Boşuna Tıkamamışlar Senin Ağzını
Bir yaz günü öğle sıcağında Nasreddin Hoca, komşu köye gitmektedir. İşi acele olmalı ki, ikindinin serinliğini beklememiştir. Bir yandan güneş tepeden yakar, bir yandan da susuzluk içini kavurur. Dili damağına yapışmak üzere iken yolu bir çeşmeye uğrar. Olacak bu ya, adamın birisi de ‘su boşa akmasın’ diye çeşmenin oluğuna ağaç parçası tıkamıştır. Hoca, oluğu tıkayan ağaç parçasına var gücüyle asılır, asılır, bir iki denemeden sonra tıpayı çıkarıverir. Çıkarır çıkarmasına da çıkarmasıyla birlikte basınçlı su Hoca’nın üstünü başını ıslatır. Bütün bu olan bitenlere kızan Nasreddin Hoca, suyun karşısına geçerek; “Boşuna tıkamamışlar senin ağzını… Demek ki, hak etmişsin!” der.
Bu Adam Dediğini Yapar
Nasreddin Hoca bir gün cami çıkışında cemaatten birisiyle tanışır. Birbirlerine hâl hatır sorarlar, sohbeti ilerletirler. Hoca, adamın hoşuna gider. Adam; “Hocam, sen çok hoşuma gittin; bugün akşam bizim fakirhaneye buyur da beraber tuz ile ekmek yiyelim.” der. Nasreddin Hoca akşama doğru yemek vakti gelince adamın evine varır ve sohbeti koyulaştırırlar. Derken sofra kurulur, ortaya da güzel bir sini konulur. Sininin üzerinde ise tuz ve ekmekten başka hiçbir şey yoktur.
Hoca, yemeklerin gelmediğini zannederek sohbeti sürdürünce ev sahibi Hoca’yı sofraya davet eder: “Hocam, soframıza buyurun.” Tam sofraya oturdukları sırada kapıya bir dilenci gelip ev sahibinden ekmek istemez mi? Ev sahibi her ne kadar, ”Hadi hadi, Allah versin” deyip uzaklaştırmak isterse de dilenci bir türlü gitmez. Bu duruma kızan ev sahibi, pencereden kafasını çıkararak dilenciye bağırmaya başlar. “Defol git, bak, şimdi gelirsem, kafanı kırarım!” Bu sırada tuzu ekmeğe katık etmekte olan Nasreddin Hoca yerinden kalkıp dilencinin yanına gider ve ona; “Aman arkadaş, çabuk buradan kaç; vallahi bak bu adam dediğini yapar, kafanı filan kırar, maazallah” der.
Bu da Hoca’nın Atışı
Nasreddin Hoca, sağda solda “Ben şöyle yay çekerim, şöyle ok atarım.” diye konuşur durur. Bunun gerçek olup olmadığını anlamak isteyen gençler onu yarışmaya davet ederler. Hoca, ilk okunu atar, ama hedefin çok uzağına düşer. Çevreden gülüşme sesleri artınca Hoca; “Bu bizim subaşının atışı; o, oku böyle atar.” der. İkinci olarak oku attığında, hedefi yine vuramaz, yine gülüşme sesleri arasında Hoca; “Bu da bizim Kadı Efendi’nin atışı…” der. Üçüncü olarak oku atan Hoca hedefi vurunca; “Bu da Hoca’nın atışı…” deyiverir.
Bugünlerde Ay Alıp Satmadım
Nasreddin Hoca bir gün pazarda dolaşırken yanına bir adam yaklaşır ve “Hocam, bugün ayın kaçı?” der. Hoca, adamın niyetini anlamış olmalı ki; “Arkadaş, bugünlerde hiç ay alıp satmadım, bilmem.” cevabını verir.
Ciğeri Yiyen Kedi Yüz Akçelik Baltayı Yemez mi?
Nasreddin Hoca zaman zaman evine ciğer getirir. Fakat ne tuhaftır ki akşam sofrada ciğer kebabının yerine başka yemeklerle karşılaşır. Bir gün böyle, iki gün böyle derken Hoca dayanamaz ve hanımına sorar: “Yahu hatun, getirdiğim ciğerlere ne oldu?” Hoca’nın hanımı hiçbir şey olmamışçasına; “Aman Hocam, sorma her defasında ciğerin kokusunu alan tekir, ben mutfağa girmeden yiyip bitiriyor.” der. Bu sözleri işiten Hoca birdenbire yerinden kalkar ve köşedeki baltayı kaptığı gibi koşmaya başlar, bir süre sonra da hanımının yanına gelir: “Hoca baltayı nettin?” “Sakladım.” “Niçin?” “Kedi yemesin diye.” Hoca’nın hanımı dayanamayıp itiraz eder. “Yahu Hocam, kedi baltayı yer mi?” Hoca, hanımını şöyle bir süzdükten sonra cevabını verir: “Yer Hanım yer, üç beş akçelik ciğeri yiyen kedi, acaba yüz akçelik baltayı yemez mi?” der.
Cuma’ya Kadar Ancak Giderim
Nasreddin Hoca günün birinde Akşehir’de pazarı dolaşmaya başlar. Bir taraftan pazarda gezerken, bir taraftan da tanıdıklarıyla sohbet eder. Bu arada da komşu köylerin birinden birkaç köylü ile karşılaşır. Köylüler Hoca’ya; “Hoca Efendi, bir cuma vakti bizim köye kadar gelseniz de sizin arkanızda bir namaz kılsak!” derler. Bunun üzerine Hoca; “Neden olmasın, bu hafta geleyim!” der. Nasreddin Hoca ertesi gün eşeğine binerek köyün yolunu tutar. Olacak bu ya, yolu üzerinde eski dostlarından biriyle karşılaşır. Selamlaşıp hoşbeş edildikten sonra tanıdığı, Hoca’ya sorar: “Hayırdır Hocam, nereye gidersin böyle?” “Filanca köye cuma namazı kıldırmaya gidiyorum.” “Ama Hocam, bugün günlerden salı. . . Cuma’ya daha üç gün var.” Hoca, bir yandan eşeğinin boynunu sıvazlar, bir yandan da eski dostuna cevap verir: “Vallahi komşu, sen bu eşeğin huyunu suyunu bilmezsin; ben bununla o köye cumaya kadar ancak giderim.”
Cübbenin İçinde Ben de Vardım
Nasreddin Hoca şehre inmek için evinden çıkar. Bu sırada bahçe kapısında bir komşusuyla karşılaşır. Komşusu Hoca’ya; “Hocam, geceleyin sizin evden gürültüler geliyordu, merak ettim, hayrola? ” deyince Nasreddin Hoca da; “Bir şey yoktu, hatunla biraz tartışmıştık, demek ki ağız dalaşımızı duymuşsun.” der. “Hoca Efendi, öyle küçük bir tartışma gibi değildi sanki…” Bu defa Hoca şöyle bir sakalını sıvazladıktan sonra; “Haa! Hanımın ayağı benim cübbeye takıldı, yırtıldı, demek ki o sesi duymuşsunuz.” der. Komşusu ısrarlıdır, sormayı sürdürüp; “Hocam, cübbeden hiç öyle ses çıkar mı?” deyince, Nasreddin Hoca dayanamaz; “Yahu komşu, ne uzatıp duruyorsun, cübbenin içinde ben de vardım.
Çaylak Olmanız Gerekir
Birkaç kafadar, Hoca’ya takılmak maksadıyla; “Hocam, sen mürekkep yalamışsın, bilirsin. Bizim arkadaşlardan birkaçı kendi aralarında tartışmışlar ve tartışmayı bitirememişler.” derler. Hoca da merakla; “Tartıştıkları konu nedir?” deyince, içlerinden birisi; “Hocam, çaylak kuşu için altı ay erkek, altı ay dişi olur diyorlar, acaba doğru mu? Bu konuyu tartışıyorlar.” Nasreddin Hoca bu, böyle şeylerin altında kalacak değil ya! Kafadarlara cevabını veriverir: “Bakın çocuklar! Bunun doğru olup olmadığını anlayabilmek için sizin bir yıl çaylak olmayı denemeniz gerekir!”
Çiğnediğini Sanırlar
Günün birinde işgüzar bir adam Hoca’ya; “Hocam, helada sakız çiğnenir mi?” diye bir soru sorar. Hoca, soruya hemen cevap veremediği için; “Oğlum, bekle ben bir kara kaplı kitaba bakayım.” der. Bir süre sonra soru sahibinin yanına gelen Hoca; “Efendi, kara kaplı kitaba baktım, bununla ilgili bir bilgiye rastlayamadım, ama sen çiğnemesen iyi edersin.” der. Adam: “Hocam, neden çiğnemeyeyim, madem kitapta yeri yok…” deyince Hoca; “Oğlum nedeni var mı? Sen tuvalette sakızı çiğnerken kapının dışındakiler senin başka şey çiğnediğini sanırlar.” diye cevap verir.
Daha Şimdiden Yolu Yarıladık
Nasreddin Hoca ile hanımı seyahate çıkarlar. Bir süre gittikten sonra Hoca, hanımına sorar: “Hanım, daha ne kadar yolumuz var?” Hanımı şöyle bir düşündükten sonra; “Efendi, bugün ve yarın da gidersek iki günlük yolumuz kaldı.” der. Bunun üzerine hanımına dönen Hoca; “Desene hanım, daha şimdiden yolu yarıladık.”
Damdan Düşenin Hâlinden Damdan Düşen Anlar
Hoca evinin damında çalışırken, olacak bu ya, aşağıya düşüverir. Haberi duyan komşuları; “Hocam, geçmiş olsun, damdan düşmüşsün, çok üzüldük.” derler ve ardından soru üstüne soru sorarlar: “Nasıl oldu?” “Neden dikkat etmedin?” “Bir daha dikkatli ol…” Sorular uzadıkça, Hoca’nın da canı sıkılmaya başlar. Düşünür, taşınır ve bunların hepsini birden susturmak için komşularına; “Komşular, sizin içinizde damdan düşeniniz var mı?” deyince, misafirler hep bir ağızdan; “Yook…” diye cevap verir. Bu defa Hoca; “Öyleyse boşuna konuşmayın, benim hâlimden ancak damdan düşen anlar!” der.
Denizin Suyu Niçin Tuzludur?
Günün birinde Hoca’nın da içinde bulunduğu toplulukta yarenlik edilirken, hazır bulunanlardan biri Hoca’yı imtihan edercesine bir soru sorar: “Hocam, denizlerin suyu niçin tuzludur?” “Aaa, bunu bilmeyecek ne var, balıklar kokmasın diye.” 40. Dokuz Yüz Doksan Dokuzu Veren Allah Birini de Verir Hoca’ya rüyasında dokuz yüz doksan dokuz akçe verirler, ancak Hoca; “Bin olmazsa kabul etmem.” diye direnirken uyanmaz mı? Elinin boş olduğunu gören Hoca tekrar yatar ve avuçlarını açarak; “Verin, kabulümdür, dokuz yüz doksan dokuzu veren Allah birini de verir!” deyiverir.
Dünyanın Merkezi Neresidir?
Günün birinde üç papazın yolu Akşehir’e uğrar. Burada Nasreddin Hoca ile sohbet eden papazlar, Efendi’nin bilgisini denemek isterler. İlk soruyu birinci papaz sorar: “Hocam, dünyanın merkezi neresidir?” Hoca hiç tereddüt etmeden eşeğini göstererek; “Eşeğimin sağ ön ayağını bastığı yerdir.” diye cevap verir. İçlerinden biri itiraz eder: “Bunu nereden biliyorsun?” “İnanmıyorsanız ölçün.” Bu defa ikinci papaz sorar: “Hocam, gökte kaç yıldız vardır?” Hoca bu soruya da tereddüt etmeden yine eşeğini göstererek cevap verir: “Gökyüzünde, eşeğimin kuyruğundaki kıl kadar yıldız vardır.” “Bunu ispatlayabilir misiniz?” denildiğinde Nasreddin Hoca; “Arzu ederseniz sayabilirsiniz.” der. Hoca’nın sorulan sorulara verdiği cevaplar, papazları şaşırtınca üçüncü soruyu sormaktan vazgeçerler.
El Elin Eşeğini Türkü Çağıra Çağıra Arar
Bir gün subaşının eşeği kaybolur. Hoca, birkaç komşusu ile eşeği aramaya çıkar. Hoca hem eşeği aramakta hem de türkü söylemektedir. Bu durumu yadırgayan komşularından biri Hoca’ya; “Hocam, bu nasıl iş, insan kaybolan eşeği böyle türkü söyleyerek mi arar?” diye sorar. Hoca bu lafın altında kalır mı? “El elin eşeğini türkü çağıra çağıra arar.” der.
Elbiselerin Hangi Tarafta ise Oraya Dön
Lüzumsuz adamın birisi Hoca’yı sıkıştırmak için bir soru sorar: “Hocam, gölde abdest alırken hangi yöne dönmeliyim?” Bu soru üzerine Hoca gülümser ve “Elbiselerin hangi tarafta ise oraya dön!” deyiverir.
Hekimlik Nedir? Nasreddin Hoca’ya sormuşlar: “Hekimlik nedir?” O da en güzel cevabı vermiş: “Ayağını sıcak tut, başını serin; gönlünü ferah tut, düşünme derin derin.”
Hınk Demenin Bedeli
Hoca’nın kadılık yaptığı yıllarda iki kişi birbirinden davacı olur. Bir süre sonra da Hoca’nın huzuruna gelirler. Hoca’nın; “Derdiniz nedir, anlatın bakayım.” demesi üzerine, adamlardan biri bağırıp çağırarak konuşur: “Kadı Efendi, bu adamdan davacıyım.” Hoca adamı sakin olmaya davet eder ve “Önce sakin ol ve derdini anlat da bir dinleyeyim.” der. “Bu adam ormanda odun keserken ben de onun yanındaydım. O baltayı ağaca her vurduğunda ben de ‘hınk’ diyerek yardımcı oluyordum. Adam ağaçları kesti kesmesine de ben paramı alamadım. Söyle buna Kadı Efendi, ödesin borcunu.” Hoca adamları iyice süzdükten sonra, iyi birine benzettiği oduncuya döner: “Sen bu adamın borcunu niye ödemedin?” “Aman Kadı Efendi, ben ona, ‘Hınk mınk de’ demedim. Sonra hınk demenin bedeli mi olurmuş?”
Hoca her ikisini de dinledikten sonra kendine özgü yöntemle adaleti dağıtmaya karar verir. “Olur, olur, bal gibi olur. Şimdi sen bu adama on akçelik borcunu öde bakalım.” Oduncu şaşırır ama Kadı’ya da bir şey diyemez. Çıkarır on akçeyi Kadı’ya verir. Kadı madeni paraları duvara çarpınca sesler çıkmaya başlar. Bu sırada Hoca’da ‘hınkların bedelini isteyen adama dönerek; “İşte, aldın hınklarının bedelini, haydi şimdi gidin.” der. “Kadı Efendi, Kadı Efendi! Sen beni aldatıyorsun. İki ses çıkardın, bizim para ne oldu?” Kadı, parayı oduncuya teslim ederken, öbürüne; “Uzatma adam! Senin hınklarının bedeli de ancak on akçenin sesiyle ödenir.” der.
Hırsızın Hiç mi Suçu Yok?
Bir yaz gecesi Hoca ile hanımı sıcağa dayanamadıkları için damda yatmaya karar verirler. Herkesin derin uykuya daldığı sırada hırsızlar Hoca’nın evine girerler ve buldukları her şeyi aldıkları gibi giderler. Sabahleyin aşağıya, evine inen Hoca, eşyalarının çalındığını görünce, kapıya çıkarak bağırmaya başlar: “Yetişin komşular, evimize hırsız girmiş; her şeyimizi çalmışlar!” Hoca’nın sesini duyan komşuları, onun yanına gelirler ve arka arkaya sorular sormaya başlarlar: “Ah Hocam, ah! Hiç insan geceleyin damda yatar mı?” “Hocam, kapının arkasına sürgüsünü takmamış mıydın?” “Hocam, kilit bozuk muydu yoksa?” Hoca bakar ki soruların ardı arkası kesilmeyecek, dayanamaz; “Bre komşular, doğru söylüyorsunuz da bizim hırsızın hiç mi suçu yok?” der.
Hocam! Ayaklarımız Karıştı
Sıcak bir yaz gününde serinlemek için ayaklarını Akşehir Gölü’ne sokan çocuklar bir süre sonra ‘ayaklarımız karıştı’ diye kavga etmeye başlarlar. Hatta en küçük çocuk; ‘ayaklarımı kaybettim’ diye ağlamaya başlar. O sırada oradan geçmekte olan Nasreddin Hoca, gürültünün olduğu tarafa doğru yönelir ve “Çocuklar, hayırdır, nedir bu gürültü?” diye sorar. İçlerinden biri; “Hocam, Hocam, ayaklarımız karıştı, bunları nasıl ayıracağız?” der ve ardından ağlamaya başlar. Bunun üzerine Hoca; “Çocuklarım, ağlamayın, ben şimdi sizin ayaklarınızı bulurum.” der ve hemen ardından bastonunu suya daldırır. Sonra da çocukların ayaklarına vurmaya başlar. Ayakları acıyan çocuklar da “Buldum” diyerek ayaklarını dışarıya çıkarırlar. Dayağın korkusuyla diğer çocuklar da ayaklarını sudan çıkarınca Hoca, sıkıntıyı çözmüş olmanın verdiği keyifle yoluna devam eder.
Hocam Hiç Âşık Oldunuz mu?
Bir gün Hoca ve öğrencileri ders sırasında sohbet ederlerken, muzibin biri Hoca’ya sorar: “Hocam!” “Buyur evladım. ” “Hocam, hayatınızda hiç âşık oldunuz mu?” Soru Hoca’nın hoşuna gider gitmesine de bazı aile sırlarının da açığa çıkmasına gönlü razı değildir. Bu sebepten düşünür, taşınır ve “Çocuğum, bir keresinde tam âşık olacaktım, o sırada üzerime geldiler. ” deyiverir
İçinde Gitmeyin de Neresinde Giderseniz Gidin
Günün birinde Hoca’yı sıkıştırmak isteyen bir yakını; “Hocam, biliyorsun hepimiz öleceğiz kabul, buna şüphe yok. Ancak benim aklıma takılan bir soru var, hep düşünürüm, acaba cenazenin namazı kılındıktan sonra tabutun neresinde gitmeliyiz?” der. Hoca bu, şöyle bir düşünür ve cevabı yapıştırır: “Tabutun içerisinde gitmeyin de neresinde giderseniz gidin.”
İnanmıyorsanız Gidin Ölçün
Nasreddin Hoca’nın komşuları Hoca’yı sıkıştırmak için; “Hocam, sen bilgili adamsın. Bize dünyanın merkezinin neresi olduğunu söyleyebilir misin?” derler. Hoca şöyle bir düşündükten sonra; “Benim durduğum yer…” diye cevap verir. Bunun üzerine komşular gülüşerek; “Hoca Efendi bu nasıl cevap?” derler. Hoca, hiçbir şey olmamışçasına komşularına; “İnanmıyorsanız gidin, ölçün.” der.
İnce Eleyip Sık Dokumayı Sevmem
Nasreddin Hoca, günün birinde bahçesinin ortasında bir çukur kazmaya başlar. Komşularından biri; “Hocam, hayırdır, ne yapıyorsun?” deyince Hoca; “Yahu komşu, sokağın ortasındaki toprağı buraya gömeceğim, biliyorsun gelen geçen şikâyet ediyor.” der. Komşusu bu defa; “Pekiyi komşu, buradan çıkan toprağı ne yapacaksın?” deyince Hoca cevabı yapıştırır: “Komşu, komşu, ben öyle ince eleyip sık dokumayı sevmem.” der.
İnsanın Hayalindeki Çorbayı Bile İstiyorlar
Günün birinde Nasreddin Hoca’nın canı sıcacık bir çorba ister. Tencereleri şöyle bir açıp bakar, çorba yoktur. Bunun üzerine dumanı üzerinde, kokusu etrafa yayılan mis gibi leziz mi leziz bir çorba hayal etmeye başlar. Çorbanın kendisi olmasa da hayali bile güzeldir. Hoca Efendi tam bu hayallerle kendisini avuturken birdenbire kapısı çalınır. Gelen komşusunun oğludur. “Hocam, babam hasta yatıyor. Varsa bir tas çorba verseniz de içirsek…” deyince, Hoca üzüntülü bir tavırla cevap verir: “Ah oğlum, keşke bir değil iki tas çorba olsaydı da verseydim. Babana ‘geçmiş olsun’ deyiver.” Hoca, komşunun oğlunu uğurlayıp kapıyı da kapattıktan sonra kendi kendine söylenmeye başlar: “Buna da pes doğrusu! Şu bizim komşular da amma adamlar yahu… İnsanın hayalindeki çorbanın bile kokusunu alıyorlar.”
İstediğin Kadar Vade Vereyim
Günün birinde Nasreddin Hoca bahçesinde fidanları budarken birdenbire bahçe kapısı açılır ve komşularından biri içeriye girer. Biraz hoşbeş ettikten sonra oradan buradan konuşmaya başlar. Komşunun niyetini anlayan Nasreddin Hoca ona döner ve “Hayırdır komşu, bir arzun, isteğin mi var?” diye sorar. Hoca’nın bu sorusundan cesaret alan adam; “Hocam, biraz paraya ihtiyacım oldu, bana kısa bir süre sonra ödemek üzere biraz borç verebilir misin? Vadesi gelince öderim.” der. Hoca, komşusunu iyi tanıdığı için der ki: “Aman komşum, sen hem borç para istiyorsun hem de vade… Bunun ikisi birden olmaz, sen istediğinden borç para al da ben sana istediğin kadar vade vereyim.”
Kadıya Düşer
Bir köpek Akşehir’in ana caddelerinden birisine pisler. Caddenin sağında ve solunda oturanlar, “Sen temizleyeceksin, ben temizlemeyeceğim” diye tartışırlarken Nasreddin Hoca üzerlerine gelir. Bunun üzerine cadde sakinleri; “Hocam, bu pisliği kim temizleyecek?” diye sorarlar. Hoca, şöyle bir düşündükten sonra; “Vallahi hemşerilerim burası ana yoldur, buranın pisliğini temizlemek de kadıya düşer.” der.
Kara Karga
Günün birinde Hoca ile hanımı Akşehir Gölü’ne çamaşır yıkamaya giderler. İkili, bir yandan çamaşırlarını yıkarlarken, bir yandan da oturup sohbet ederler. O sırada yanlarına simsiyah bir karga iner, çamaşırları dağıtır, sabunu da kaptığı gibi uçup gider. Hanım bu duruma üzüldüğü kadar da şaşırır… Hoca bakar ki eşinin sakinleşeceği yok, onu avutmaya çalışır: “Hatun, canını sıkma, şimdi gider başka bir sabun getiririm ama, bak o karganın durumu bizden çok daha kötü. Ayrıca onun sabun isteyebileceği bir komşusu yok, sonra üstü başı da bizden çok kirli. Görmüyor musun simsiyah olmuş zavallı.”
Karşılamaya Geldik
Günün birinde Hoca eşeğine biner ve komşu köydeki bir ahbabını ziyarete gider. Orada epeyce bir hâl hatır ettikten sonra izin ister ve tekrar evinin yolunu tutar. Yolu üzerinde karşılaştığı sözde muzibin biri; “Aman Hocam, iki kardeş nereden gelip nereye gidiyorsunuz?” der. Hoca kendinin eşek yerine konulduğunu anlayınca hemen cevabını verir: “Aman efendim, bunu bilmeyecek ne var, ağabeyimizin geldiğini duyduk, biz de onu karşılamaya geldik.”
Katır Nereye Götürürse
Zor işlerinde kullanmak üzere Nasreddin Hoca bir katır alır. Katır alır almasına da katır oldukça huysuzdur, yanına kimseyi yaklaştırmaz, üzerine kimseyi bindirmez. Ancak Nasreddin Hoca çok zor şartlarda da olsa günün birinde katırın sırtına binmeyi başarır. Huysuz katır da Hoca sırtına biner binmez koşmaya başlar. Hoca üzerinde, katır altında o sokak bu sokak derken bir adam durumu görür; “Hocam, hayırdır nereye böyle?” diye sorar. Katırın üzerinde söylenenleri yarım yamalak anlayan Hoca; “Vallahi ben de bilmiyorum, katır nereye götürürse oraya gidiyorum.” der.
Kendim ve Oğlağım İçin Öksürdüm
Nasreddin Hoca ile hanımı tam uykuya daldıkları sırada dışarıdan bazı sesler duyulur: “Arkadaşlar, haydi içeri girelim. “Hoca’yı öldürüp karısını kaçıralım.” “Oğlağı da götürüp pişirelim.” Hoca konuşmaları işitip yüksek sesle birkaç defa öksürünce hırsızlar da kaçıp gider. Ortalık sakinleşince Hoca’nın hanımı; “Efendi, galiba sen korkudan öksürdün!” deyince, Hoca gülümseyerek cevap verir: “Hayır hatun, hayır, ben korkudan ve senin için değil, kendim ve oğlağım için öksürdüm.”
Kırk Yıllık Sirke
Nasreddin Hoca’nın komşularından birisi turşu kurmak ister, fakat bakar ki evde keskin sirke yok. Hemen oğlunu çağırır; “Oğlum, Nasreddin amcalarına git ve kırk yıllık bir keskin sirke al gel.” der. Babasından emri alan çocuk, Hoca’nın kapısını çalıp; “Hoca amca, babam turşu kuruyordu, evde sirke kalmamış; bana, ‘Hoca amcanlardan kırk yıllık sirke al gel’ dedi.” der. Hoca şöyle bir sakalını sıvazlar ve çocuğa dönerek; “Babana selam söyle, kırk yıllık sirkeyi veremem, eğer her gelene verseydim, evde hiç kırk yıllık sirke kalır mıydı?” der.
Kırpıp Kırpıp Yıldız Yaparlar
Nasreddin Hoca bir akşamüzeri arkadaşlarıyla ayaküstü sohbet ederlerken yeni doğmakta olan ayı görürler. Arkadaşları muziplik olsun diye Hoca’ya sorarlar: “Hocam, yeni ay doğunca eskisini ne yaparlar?” Hoca bu, sorunun altında kalacak değil ya, hemen cevabını veriverir: “Bunu bilmeyecek ne var arkadaşlar, kırpıp kırpıp yıldız yaparlar.”
Kimin Çaldığını Bilseydim?
Günün birinde, nasıl olmuşsa Nasreddin Hoca’nın eşeğini çalmışlar. Eşek bu ya! Hoca’nın da eli, ayağı… Kısacası her şeyi… Hem Hoca’nın daha eşekle yapılacak onca işi var. Eşine dostuna bu durumdan yakınır: “İşlerim yarım kaldı, ne yapacağım bilmiyorum!” Hoca eşeğinin derdiyle oflayıp puflarken, komşuları başlarlar gereksiz sorularla canını sıkmaya: “Hayırdır Hoca Efendi, eşeğini mi çaldılar?” “Hocam, hem kim çalmış, biliyor musun?” “Ne zaman çalınmış senin eşek?” Bu gereksiz sorulardan canı fena hâlde sıkılan ve bunalan Hoca dayanamaz, patlayıverir: “Be hey komşular, kimin çaldığını bilseydim ben eşeği hiç çaldırır mıydım?”
Kurt Yokuş Yukarı Koşmasın
Hoca’nın yolu bir gün ormana düşer. Eşeğini bir kenara bırakıp şöyle temiz bir hava almak için çevreyi dolaşmaya çıkar. Bir süre sonra eşeğinin anırma sesleriyle birlikte geriye döner. Geriye döner dönmesine de eşeğini kurt çoktan yemiş ve yokuşa doğru kaçmaya başlamıştır bile. Tam bu sırada komşularından birisi; “Hocam, koş kurt kaçıyor!” diye bağırmaya başlayınca Hoca da “Komşum, boş yere bağırıp çağırma, ne de olsa bizim eşek gitti, hiç olmazsa tok karına kurt yokuş yukarı koşmasın.” der.
Kurusun Diye Güneşin Altına Dikmişler
Nasreddin Hoca bir gün camiden çıkıp evine doğru giderken tanımadığı bir adamla karşılaşır. Hoca ile selamlaştıktan sonra adam minareyi göstererek; “Hoca Efendi, buna ne derler?” diye sorar. Hoca, tereddüt etmeden; “Kuyu!” cevabını verir. Adam, Hoca’yı sıkıştırmak için; “Hocam, anladım da kuyu nasıl böyle ters yüz olmuş?” deyince Hoca; “Efendi, kuyuyu ters yüz ettikten sonra kurusun diye güneşin altına dikmişler.” deyiverir.
Onu Bana Sorun Bana
Nasreddin Hoca’nın hanımı ölür, öğle namazından sonra defnedilecektir. Namazdan sonra cami hocası yüksek sesle sorar: “Merhumeyi nasıl bilirdiniz?” Cemaat de hep bir ağızdan; “Allah rahmet eylesin, iyi biliriz.” der. Ardından da cenaze omuzlara alınıp giderken Nasreddin Hoca bir cemaate, bir de tabutun içindeki cenazeye baktıktan sonra derin bir ah çeker ve sessizce; “Yahu siz, kimi kimden soruyorsunuz, siz onu bana sorun bana.” der.
Ödeşmiş Olmadık mı?
Hoca bir gün şehre un satmaya gider. Akşama doğru işini bitirince hem günün yorgunluğunu atmak hem de una bulanmış kıyafetlerini temizlemek için hamamın yolunu tutar. İçeriye girince hamam çalışanlarının kendisi ile ilgilenmemesine çok canı sıkılırsa da bunu pek dert etmez. Güzelce yunur yıkanır, üstünü başını temizler, sonra da ücretini öder ve çalışanlara fazlasıyla bahşiş bırakır. Hoca bu, başından geçenleri unutur mu hiç? Unutmaz… Aradan birkaç gün geçer. Hoca çok temiz ve güzel bir şekilde giyinir kuşanır, yine hamamın yolunu tutar. Kafasında da hamam çalışanlarından geçen gelişindeki ilgisizliğin hesabını sormak vardır.
Hocanın güzel kıyafetleri karşısında hamamcılar ona hizmet etmek için âdeta yarışırlar. Hatta çıkışta onu kapıya kadar uğurlarlar. Görevliye ücreti ödeyen Hoca, fazla bahşiş yerine çok az bir bahşiş bırakır. Bahşişi gören çalışanlar kendi aralarında homurdanmaya başlarlar: “Adama bak, kendisine ne güzel hizmet ettik… Hizmetimizin karşılığı bu mu? Bu ne biçim bahşiş?” Hoca, hamam çalışanlarından daha önceki ilgisizliğin hesabının sormanın tam zamanının geldiğini anlar ve “Yahu, ne bağrışıp duruyorsunuz, geçen hafta üstüm başım un içinde geldiğimde yüzüme bile bakmadınız, fakat ben o zaman size iyi bahşiş verdim, bugün ise siz benim kürküme bakarak iyi hizmet ettiniz. İlkinde ben size iyi bahşiş verdim, şimdi ise tersini yaparak ödeşmiş olmadık mı?” der.
Ölçmüş Biçmiş Gidiyor
Günün birinde Nasreddin Hoca yolda giderken birkaç kişiyle karşılaşır. Onlar; “Hocam, dünya kaç arşındır? Biz anlaşamadık. Sen görmüş geçirmiş adamsın, bize bir cevap ver.” deyince, Hoca Efendi şöyle bir düşüneyim diye başını kaldırdığında bir de ne görsün, karşı mahalleden mezarlığa doğru bir cenaze gidiyor. Cenaze, Hoca’nın imdadına yetişince o da hemen cevabını veriverir: “Arkadaşlar, ben de sizin sorunuzun cevabını biliyordum, ama bakın benden önce şu giden cenaze cevabı verdi. Görüyor musunuz o, ölçmüş, biçmiş ve gidiyor.”
Önden Buyur Yiğidim
Günlerden bir gün Hoca, ziyaret için mezarlığa doğru yola koyulur. Oraya varınca birdenbire karşısına kocaman bir köpek çıkar. Hoca korkudan ne yapacağını şaşırır. Bulduğu taşı kaptığı gibi köpeğe fırlatır. Köpeğe”hoşt hoşt” diye bağırarak onu korkutup uzaklaştırmak ister. Köpek de köpek ha! Korkup kaçacağı yerde daha çok hırlar ve Hoca’nın üzerine doğru hücum eder. Hoca, bakar ki köpeğin kaçmaya hiç niyeti yok. Çareyi bir mezar taşının arkasına sığınmakta bulur ve “Anlaşıldı. Mademki bana senden önce geçiş yok, sen önden buyur yiğidim.” der.
Ördek Çorbası İçiyorum
Nasreddin Hoca hayattayken büyük bir kıtlık olur. Bırakın eti, bir lokma ekmeği bile bulmak çok zordur. Evde bulduğu kuru ekmek parçalarını alan Hoca, Akşehir Gölü’nün kenarına geldiğinde bir de ne görsün, gölde ördekler yüzüyor. Hoca, bunlardan birkaçını yakalamak isterse de başaramaz. Ardından da yorgun argın bir ağacın gölgesine oturur ve evinden getirdiği kuru ekmeği suya bandıra bandıra yemeye başlar. O sırada çevreden geçmekte olan insanlar, Hoca’nın bu garip hâlini görünce dayanamaz ve sorarlar: “Hayrola Hocam, ne yapıyorsun?” Nasreddin Hoca: “Görmüyor musunuz, ördek çorbası içiyorum.” diye cevap verir.
Padişah mı Büyük Çiftçi mi?
Nasreddin Hoca bir köye gittiğinde halk, Hoca’yı imtihan etmek ister: “Hocam, padişah mı büyük, yoksa çiftçi mi?” diye bir soru sorarlar. Hoca şöyle bir arkasına yaslanır, sonra da sakalını sıvazlar ve “Bunu bilmeyecek ne var, elbette çiftçi büyük, eğer çiftçi olmasa padişah acından ölürdü.” der.
Parayı Veren Düdüğü Çalar
Nasreddin Hoca günün birinde evinin ihtiyaçlarını gidermek üzere eşeğine biner ve pazara doğru yola koyulur. Bir süre gittikten sonra çocuklar Hoca’nın yolunu keserler ve “Hocam, nereye gidiyorsun?” diye sorarlar. “Pazara gidiyorum.” “Bize düdük alır mısın?” “Elbette alırım.” Bu arada çocuklardan birisi Hoca’ya bir miktar para verir, diğerleri ise Hoca’ya iyi dileklerde bulunurlar. Pazar alışverişini bitiren Hoca, yorgun argın evine doğru dönerken çocuklar yolunu keserler.
Senin İçin Yanıyorsa Bilmem
Günün birinde komşularından biri Nasreddin Hoca’yı yemeğe çağırır. Hoşbeşten sonra sofra kurulur, Hoca da tabaktakileri afiyetle yer. Yemek faslı bittikten sonra ev sahibi Hoca’nın önüne kara kovan balından bir tabak kor. Balın kaliteli olduğunu anlayan Hoca, kaşık kaşık balı yemeye başlayınca ev sahibi dayanamaz; “Hocam, eğer balı ekmeksiz yersen içini yakar.” der. Hoca, şöyle bir arkaya doğru yaslanır ve ardından da ekler: “Vallahi komşu, benim içimin filan yandığı yok, senin için yanıyorsa bilmem.”
Seninle de Konuşulmuyor ki
Bir akşam üzeri Nasreddin Hoca ile hanımı avluda oturmuş, sohbet etmektedirler. Tuhaf bir hâli olan Hoca, hanımına sorar: “Hanım, bizim komşu değirmenci Ahmet Efendi’nin adı neydi?” Kocasının dalgın hâlini merak eden hanım bu soru karşısında şaşırarak; “Hoca Efendi, bu nasıl söz? ‘Ahmet Efendi’ dedin ya.” der. Bozuntuya vermeyen Hoca soruyu değiştirir: “Dilim sürçtü. Ne iş yaptığını soracaktım.” “Efendi, sana ne oldu? ‘Değirmenci’ dedin ya.” Üste çıkmaya çalışan Hoca; “Hatun nerede oturuyor diye soracaktım.” der. Şaşkına dönen hanım dayanamaz ve “Efendi, sana bir şeyler mi oldu ne… Az önce ‘komşu’ dedin ya.” Hanımının her sorusuna karşı çıktığını gören Hoca biraz da kızarak; “Yahu hanım, iki söz edelim dedik, burnumdan getirdin. Seninle de konuşulmuyor ki!” deyiverir.
#NasrettinHocanınKısaFıkraları #NasrettinHocaHikayeleri #KomikKısaFıkralar #NasrettinHocaSözleri
Popüler Yazılar